TÜRK DÜNYASI SANATÇISI RUHİ TUNA
Turan Kültür Merkezi Süleymaniye Kürsüsü 2022- 20203 dönemi çalışmalarımıza, sonsuzluğa yürüyüşünün birinci yılında vakfımızın çok değerli mensubu “Türk Dünyası Sanatçısı Ruhi Tuna”yı anarak başladık.
Gazeteci-Editör Yeliz Şenyerli ile TDAV Eğitim Kültür Müdürü Metin Köse, 12 Kasım 2022 Cumartesi günü 14.00’te, İstanbul Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Konferans Salonunda gerçekleşen anma programında Ruhi Tuna’yı değişik yönleriyle hatırlatıp değerlendirdiler.
Program, TDAV Yönetim Kurulu Üyesi Hüseyin Tavukçu’nun açılış konuşmasıyla başladı. Tavukçu, iki gün önce 84. Yıldönümünde andığımız Yüce Atatürk’ün sanat, sanatçı ve gençliğe verdiği öneme dikkat çekerek, “Türk gençliği atalarını tanıdıkça kendinde daha büyük işler yapmak için güç bulacaktır.” özdeyişiyle bizleri yönlendiren Atatürk gibi tarihin ilk devirlerinden beri diktikleri anıt taşlara kazıdıkları öğütlerle bize yol gösteren atalarımızı anlayıp gösterdikleri yolda yürümedikçe daha çok sıkıntılar çekeceğimizi vurguladı.
Programın ilk konuşmacısı Metin Köse, 1999’da İran Mollalar Rejimi’nin baskılarından kaçıp Türkiye’ye sığındıktan sonra Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı’nda yedi yıl boyunca birlikte görev yaptıkları ve çok yakın arkadaşlıkları olan heykel ve resim sanatçısı Ruhi Tuna’yı, Vakfa gelişi, vakıfta ve Türkiye’nin değişik yerlerinde Türk Büyükleriyle ilgili heykel çalışmaları ve sanat aşkı; İran Türklüğü başta olmak üzere Türk Dünyası’nın varlığı, dirliği ve sorunlarıyla ilgili gayretleri çerçevesindeki tanıklıkları ve anılarıyla değerlendirdi.
Köse, Tanrı’nın Türk olarak yarattığı ve kendisine sanat yeteneği verdiği Ruhi Tuna’n ilk gençlik yıllarından başlayarak elli beş yıllık ömrü boyunca bu değerleri yüceltmek ve geliştirmek yolunda büyük bir millet ve insanlık aşkıyla ve yüksek özveriyle çalıştığını söyledi.
Türk Dünyası’nın bilge önderi ve büyük Türkçüsü Turan Yazgan Hocayla tanışmasının Ruhi Tuna’nın hayatında büyük bir dönüm noktası olduğunu belirten Köse, bu tanışmayla birlikte Turan Hoca’nın Türk Dünyası’nı kapsayan nitelikli çevresine giren Tuna’nın düşünce ve sanat ufkunun son derece genişlediğinin altını çizdi.
Metin Köse, Ruhi Tuna’nın Atatürk, Dede Korkut, Gaspıralı, Gökalp, Atsız, Veysel gibi nice heykel çalışmalarına tanık olduğunu belirterek, o, bu çalışmaları yaparken o kişilerin ruhuyla iç içe olur, düşlerinde onları görür, adeta her bir çizgiyi, kabartmayı, uzvu oluştururken onlara danışıp onaylatırdı dedi.
Ruhi Tuna’nın İran’dan Türkiye’ye gelip kendisiyle aynı yazgıyı paylaşan eldaşları başta olmak üzere çevresindeki herkese yardımcı olduğunu ve bunu büyük bir alçakgönüllülükle, özveriyle yaptığını belirten Köse, bu bağlamda mazlum insanlık sevdasını, sanatının ikinci cephesinde güçlü eserlerle ortaya koyduğunu söyledi.
Köse, göçmen olarak gittiği Kanada’da Türklük ve mazlum insanlık için yılmadan, usanmadan çalışırken, bu yolda gerçekleştirmeyi hayal ettiği birçok projeye, verimli çağında yenildiği kanser hastalığıyla aramızdan ayrılarak veda eden Ruhi Tuna’nın, her fırsatta anılarak bıraktığı eserlerle unutulmaması, unutturulmaması; örnek kişiliğiyle çocuklarımıza ve gençlerimize ışık olması gerektiğini belirterek sözlerin tamamladı.
Programın ikinci konuşmacısı Yeliz Şenyerli, ömrünün son aylarında, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı’nın Türk Dünyası Tarih Kültür Dergisi’nde yayımlayacağı bir mülakat için sanal alemde tanışma ve görüşme imkânı bulduğu Ruhi Tuna’yı, geç de olsa tanımaktan son derece mutlu olduğunu belirterek sözlerine başladı.
Konuşmasının giriş kısmında Ruhi Tuna’nın İran-Tebriz’de başlayıp Türkiye ve Kanada’da devam eden hayat öyküsünü özetleyen Yeliz Şenyerli, sanatçının sözlerine de yer verdiği şu değerlendirmelerde bulundu:
“Sanatçı Ruhi Tuna, geleneksel bir Türk ailesinde yetişmiştir ve her Türk gibi özgürlükçü felsefeye sahiptir, aidiyet duygusunu kendi soyuyla bütünleştirmiştir. Değerlerini köklerine bağlı olduğu ilham ile yaşatmıştır. Bu sebeple özgürlükçü düşüncelerine karşı olan İran rejimi ile ters düşmüş, 1980-1988 yılları arasında rejimin fikirlerini cezalandırması sebebiyle 8 yıl hapis yatmış ve Ruhi Tuna’nın sadece fikri değil sanat hayatı da engellenmiş, şartlı salıverildikten sonra inandığı fikirlerini yaymak için farklı isimler kullanarak mücadelesine devam etmiştir. Bu mücadele gazetelerde şiirlere, eleştirilere ve yorumlara dönüşmüştür.
Bütün zorluklara göğüs gelen Tuna, bir yolunu bulup özlemini duyduğu ve yaşadığı müddetçe gönül seferberliği yaptığı soydaşlarına doğru yola çıkmıştır. Türkiye’ye geldiğinde, artık öz yurdunda tam bağımsızlık ülküsünü Türk milletine aşılayan yüce Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde özgürlüğünü yaşayacağını sanmış, ne yazık ki büyük ümitlerle sığındığı burada da beklediği özgürlüğü bulamamış, vatandaşlık alamamıştır. Her şeye rağmen ona Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Kurucusu Turan Yazgan sahip çıkmış, ‘devlet bizim anamız, insan yasına kapılıp nasıl söver öz anasına’ düsturunu, Turan Yazgan hocadan öğrenmiştir. Sanat çalışmalarını Mustafa Kemal Atatürk, Aşık Veysel, Mehmet Akif Ersoy, Ziya Gökalp, Nihal Atsız, İsmail Gaspıralı, Orhan Şaik Gökyay, Rauf Raif Denktaş gibi daha nice Türk büyüklerinin heykellerini yaparak vakıfta sürdürmüştür.
Ne olursa olsun onun ülküsü, Türk sanatını yaşatmak ve dünya coğrafyalarında anlatmaktır. Türkiye’de sanat çalışmalarına devam ederken ne yazık ki vatandaşlık verilmediği için Kanada’ya sığınmak zorunda kalmıştır. Burada önce dil eğitimi, sonra güzel sanatlar ve müzik üzerine üç farklı üniversitede 10 yıl boyunca eğitim almış, bir heykeltıraş olarak başladığı serüvenine müzisyenlikle de devam etmiştir. Çocukluğundan beri müziği sevse de yaşadığı hayat koşulları, müziğiyle profesyonel bir şekilde ilgilenmesine Kanada’daki yıllarında müsaade etmiştir.
Saz, önün için çok önemlidir. Doğduğu coğrafyada, kendi kültürü yasaktı. Küçükken, 13-14 yaşlarındayken sazlarının, kopuzlarının yakıldığını görmüş, bunların hepsi, onun içimde birikmiş ve acı olarak kalmıştır. ‘Siz yakarsanız biz yapacağız ve Türk müzik kültürünü yayacağız, çünkü Türk varlığının en önemli simgesidir saz. Tıpkı Şamanizm’de olduğu gibi Türk milletini iç dünyasına döndürebilen, Türk kültüründe yaşayagelen, derin anlamlara ve öneme sahip ruhsal bir müzik aletidir.’ demiştir.
Kendi tabiriyle, ‘kültürüne, kimliğine, varlığına, canı dilden gönül vermiş bir heykeltıraş ve müzisyendir.’ Dombıra, balalayka, saz, bağlama, kemençe, setar, tar, klarnet, düngür, garmon gibi pek çok müzik aletini çalar, heykeltıraşlığın yanında müziğin diliyle de Türk kültürünü dünyaya tanıtmaya devam eder.
Ruhi Bey için sanat, ‘Çürümüş çerçeveleri bozup yeni bir dünya yaratmaktır. Ne kadar sanattan uzak durursak; çürümüş, paslı çerçeveler, bizi o kadar kuşatır ve onun için sanat, tüm bu çürümüş, paslı çerçeveleri kıracak güçte ve bu sayede bireye ve topluma, yeni bir ruh ve yeni bir bakış açısı verir. Sanat, hiç ölmeyen bir kavramdır. Bundan yıllar öncesinde Türk milletinin kültürü, milattan öncesinin o sanat eserleri, şu an hâlâ bizim ruhumuza yansıyorsa, o hâlde sanatta zamanın bir önemi de yok demektir.
Türk milleti olarak Orta Asya’ya gidip Orhun Abidelerine, o taş yontularına bakarsak; sonrasında kilimlerdeki, atların eyerlerindeki desenlere, Kırgızistan’daki, Kazakistan’daki, Azerbaycan’daki ve tüm Türk yurtlarındaki eserlere, hepsi sanat eseri… Sanatın, çeşitli boyutları vardır; ama Türk milletinin dünya sanatına bıraktığı iz, inkâr edilemez.’
Ona göre ‘sanatçı; diktatörlüğe karşı her zaman başkaldırmalıdır.’ Bu fikrinin yansımalarını, İran’daki baskı rejimine karşı savunduğu özgürlükçü fikirlerinden ve bu fikirlerden doğan sanat eserlerinden de görülebilir. Bu bağlamda Ruhi Tuna’nın sanatında, Nazilere karşı olan Alman Ekspresyonist (Dışavurumcu) Ressam Käthe Kollwit ile Ernst Barlach’ın derin izleri görülür. Kendi deyimiyle ‘The Great Depression dediğimiz Büyük Buhran yaşanırken bile birlikte Rusya’yı, Doğu Avrupa’yı gezdiler ve ikisi de savaşa karşıydılar, halkın yanındaydılar. 1.Dünya Savaşı’nda Kollwitz’in oğlu ölmüştü… Kollwitz ve Barlach, savaşın nasıl acımasız olduğunu biliyordular. Kıtlık yaşanırken savaşın arasında enflasyon da yükselmişti. İnsanlar, zar zor ekmeğini buluyordu. Savaşa karşı anıtlar, Nazizm’e karşı heykeller ve çizimler yapıyorlardı…’
İtalyan besteci ve opera sanatçısı Verdi de onu çok etkilemiştir. Çünkü Azerbaycan’da opera 100 yıldan fazla süredir vardır;1908’de başlamıştır. Azerbaycan’da kendini ifade etme şekillerinden biri de operadır ve Ruhi Bey de operayı çok sevmiş ve söylemiştir.
Sonuç olarak; yaşamı boyunca yaptığı her şeyde Türk kültürüyle bağ kuran bir heykeltıraş ve müzisyen olan Ruhi Tuna, Türklerin her alanda dünyada iz bırakmış bir millet olduğunu hep savunmuş, kendini fikirlerine ve yoluna adamış, hiçbir zaman dünya malının, maddiyatın peşinde koşmamış, sadece sanatın bize verdiği güzelliklerin peşinde koşmuştur.”
Kategori: Genel, Süleymaniye Kürsümüz