KÖKEN VE NARDUGAN

22 Aralık 2019

Turan Kültür Merkezi Süleymaniye Kürsüsü Konuşmalarımızı, 21 Aralık 2019 Cumartesi günü 14.00’te, Em. Hv. Pilot Albay Zübeyir Batur’un verdiği “Köken ve Nardugan” başlıklı konferansımızla sürdürdük.

Zübeyir Batur, kısaca öz geçmişi ve çalışmalarıyla ilgili bir giriş yaptıktan sonra Nardugan Bayramıyla ilgili şunları söyledi:

Türklerin yılbaşısı 31 Aralık değildir, Türklerin yılbaşısı, 21 Aralığı 22 Aralığa bağlayan gecedir. Neden böyle yılbaşı seçilmiş? Her şeyden evvel şunu ifade etmek gerekir ki, o tarihlerde, binlerce sene önceden, Türk toplumunda, Türk boylarında, bir tarih duygusu var. 21’i gecesi, günlerin en kısa, gecelerin en uzun olduğu gecedir. Ve inanç odur ki Türk toplumunda, gökte iyiyle kötü, aydınlıkla karanlık  bir savaş içerisindedir. Bu savaş o gece aydınlığın galebesiyle son buluyor, aydınlıklar karanlığa hakim oluyor ve günler uzamaya başlıyor. ‘Nar’ güneştir. ‘tugan/doğan’, ‘doğan’ ; “Nardugan”/ ‘doğan güneş’tir. Bazı boylarda bu “Nartugan” başka şekillerde ifade edilebiliyor, ama sonuç olarak şudur ki, günler artık uzamaya başlamıştır, kötülükler gitmiştir, karanlık gitmiştir, onun yerine iyilikler ve barış gelmiştir, aydınlıklar gelmiştir. Peki ne yapıyordu Türkler o zaman Orta Asya’da Turan’da? Türkistan’da yetişen bir çam var; ‘akçam’. ‘Hayat ağacı’ denilen ağaç.  Rivayet olunur ki, onun kökleri, yerin göbeğine, merkezine kadar gitmiştir, dalları da arşa kadar çıkmıştır. Bunun tepesinde de ak sakallı birisi yaşamaktadır. Bu, insanlara hediyeler dağıtır, aynı Hristiyanların kutladığı çam ağaçlarındaki Santa Klaus gibi. Nartugan, her şeyden önce bir Türk geleneğidir. Türkler güneşe tapmaz; kutsaldır, ama güneşe tapmaz. Taptığı neydi? Mavi gök, dediği Kök Tengri idi. Tengri, Türklerin Tanrı’sıydı. Tek dinli olduğu zamanlarda, şamanlar, iyiliğin temsilcisidir. Kötülükleri kovan, iyiliği hakim kılmaya çalışan, bir dindi Şamanizm; şamanlarda bunun aracısıydı, büyücüydü.  Şamanlar, genellikle kadındı. Bugün Anadolu’muzda, dikkat ederseniz, hatırlarsanız; büyücüler yine hanımdır, hep ona giderler, dileklerini söylerler, onlardan şifa beklerler. Böyle bir inanışla devam ediyor ve o gün o gece ateşler yakılıyor, etrafında aşıklar toplanıyor, oyunlar oynanıyor, konuşmalar yapılıyor, aşıklar atışmalar yapıyorlar, yemekler dağıtılıyor.  Nasıl bir yemek? Yakılan ateşin üzerinde kuzular kızartılıyor, üzerine rakı/kımız dökülüyor… yemeğin üstüne de rakı/kımız dökmek gibi bir adet vardı. Ve Türkler Orta Asya’dan çıkıp, muhtelif istikametlerde Batı ya göçlere başladığında, nereye göç etmişlerse, oraya adetlerini, kültürlerini, kültlerini de götürmüşlerdir. Gittiği yerlerden de onların kültürlerini almışlardır. Ancak, gittikleri yerlerde hiçbir zaman onların kültürlerini yok etmemişlerdir. Osmanlı-Türk geleneğinde hiçbir zaman kültüre, dine, dile müdahele yoktur. Bunun içindir ki, dünyada asırlardır Türk varlığı esastır…

Dünyada hiçbir ırk, Türkler kadar geçmişiyle övünme şansına sahip değildir. Düşününüz ki bir ırkı, tarihte 67 devlet, 16 imparatorluk, 33 beylik, 16 hanlık, 4 tane cumhuriyet kurmuştur. Böyle, ikinci bir ırkı gösteremezsiniz.” sözleriyle yola çıkan Batur, konferansının ilerleyen sürecinde Türklüğü var eden ve egemen kılan değerleri, bunu sağlayanları, özellikle Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti değerlerine bağlayarak, yön verici, dikkat çekici açıklamalar ve yorumlarda bulundu.

Türklerin, tarihleri boyunca, Doğu Roma’ya son veren ve Truva’da ‘Hektor’un öcünü aldım.” diyen Fatih, Gelibolu’da Batı emperyalistlerini denize gömen ve “Hektor’un öcünü aldım.” diyen Mustafa Kemal Atatürk gibi tarih bilincine sahip olan önderlerle her dönem çağdaş dünyanın zirvesine çıktıklarını; kökleri bilmenin, arşa çıkmanın olmazsa olmaz şartı olduğunu, bunun için de geçmişimize sahip çıkmamızı ve Türklüğümüzle gurur duymamız gerektiğinin altını çizen Batur, sözlerini Yüce Atatürk’ün, pırlanta sözüyle; “Ne mutlu Türküm diyene!” diyerek bitirdi.

Konferansımız, Zübeyr Batur’un yapımına büyük emek harcadığı, Türklüğün geçmişini, özellikle Sümerler esaslı araştıran ve bu alanda ortaya kalıcı eserler koyan bilim kadınımız Prof. Dr. Muazzez İlmiye Çığ hakkında hazırlanan dört dizilik belgeselden, Muazzzez İlmiye Çığ’ın yüksek Türklük bilinciyle köklerimiz ve geleceğimizle ilgili önemli değerlendirmelerde bulunduğu bir bölümün gösterimiyle sona erdi.

Etiket:

Kategori: Genel, Süleymaniye Kürsümüz

Comments are closed.