Üstte Gök Çökmedikçe /Türk Birliği Ülküsünde Mekan Dinamiği
Turan Kültür Merkezi Süleymaniye Kürsümüzde 8 Aralık 2018 Cumartesi günü saat 14:00’te, vakfımız yazarlarından Mahmut Yıldırım ile edebiyat hocalarımızdan Metin Köse’nin konuşmacı oldukları “Üstte Gök Çökmedikçe /Türk Birliği Ülküsünde Mekan Dinamiği” başlıklı bir konferans gerçekleştirdik.
Geçtiğimiz ay Çağdaş Türk Dünyası Edebiyatı’na iddialı bir eserle giren yazar Mahmut Yıldırım’ın Post Yayımları’ndan çıkardığı 4 ciltlik yaklaşık 1600 sayfaya hacmindeki muazzam romanı ÜSTTE GÖK ÇÖKMEDİKÇEçerçevesinde gerçekleşen konferanstaki ilk konuşmacı Metin Köse, 1970’li yılların ortalarında Çapa Öğretmen Okulun da karşılaştıkları Mahmut Yıldırım’ı kısaca tanıtarak söze başladı.
Mahmut Yıldırım’ın Çapa Öğretmen Okulu’nu bitirdikten sonra İ.Ü. Diş Hekimliği Fakültesinden mezun olup İstanbul’da mesleğini icra etmeye başladığını ve o gün bu gündür, kendisinin yazıhanesinin arka odasında durmaksızın okuyup, düşünüp yazdığını belirten Metin Köse, bunun ilk güçlü örneklerini, 2003 yılında TürkDünyası Tarih ve Kültür Dergimizde gerek üslup gerekse hikâyecilik sanatı açısından güçlü öyküleri ve yine 2005 yılında, “Tanrıdağı’ndan Mektuplar”seri başlığıyla yayımladığı Türk milletinin bütünlüğü, birliği ve dirliğini içeren edebi mektuplarıyla gösterdiğini söyledi.
Mahmut Yıldırım’ın yazımı, dizimi tamamlanmış, yakın süreçte yayımlanacak Büyük Kar, Bozkurt Postu, O Ateşi Yakanlar, Ana Yolun Uzağında adlı eserlerininde bulunduğunu belirten Metin Köse sözlerini ÜstteGök çökmedikçe adlı eserle ilgili şu görüş ve düşüncelerini aktararak sürdürdü:
“Ben, Mahmut Yıldırımın ayırıcı adları; Kara-Kızıl-Mavi –Sarı olan 4 ciltlik romanı Üstte Gök Çökmedikçe’yi, 15 gün gibi kısa zamanda büyük bir ilgi, merak ve zevkle okudum. Zevkle okudum; çünkü romanla; büyük hacmine rağmen, yılların okuma, tecrübe ve düşünce birikiminin oluşturduğu gerçekten çok sağlam bir üslup, son derece akılcı vesağlam bir kurgu, hakiki bir başkahraman ve onu, o derece iç ve dış dünyaya taşıyan güçlü bir kahramanlar çevresiyle, sizi kendi dünyasına alıp götürmede büyük bir başarıya imza atılmıştı.
Romanındaki olaylar topyekûn bir Türk Dünyası’nın tabiri caizse bir Sırat Köprüsü’nden geçtiği 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başında geçiyor. Bu dönem, Osmanlı Türkiyesi başta olmak üzere, İdil-Ural Bölgesi ve Türkistan Türklüğünün, içte ve dışta büyük, kargaşalar, bunalımlar, değişimler, dönüşümler yaşadığı; Türklüğü yok etmek, köle etmek isteyen güçlü ve zalim emperyalist devletlere karşı varlık-yokluk mücadelesi verdiği bir dönemdir. Yazarın özelikle seçtiği bu dönemde yarattığı kahramanıda, bu süreçteki, rolünü bütün insani ve millî vasıflarıyla omuzlayıp layıkıyla taşıyor.
Yazar 20. yüzyılın başında Türk Dünyası’nın öne çıkmış birçok önemli simasını olay-zaman-mekân örgüsü içinde sahneye taşıyor. Romanın edebî değeri bozulmadan, kahramanlar vasıtasıyla Türklüğün içine düştüğü durum ve hâl çareleri tartışılıyor. Romandaki kurtuluş reçetesi, sadece Osmanlı Türkiyesi’nin değil bütün Türk Dünyası’nın kurtuluş çaresi üzerine yoğunlaşıyor.
Romanın birincil kahramanı Karatükenoğlu Basat son derece akıllı, cesaretli; vatan ve milletin kurtuluşu söz konusu olduğunda, çekinmeden, ölümüne mücadeleye atılıyor. Zaman ve şartlaronu, aşk, vefa gibi duygularla, millî meselelerin çözümü yolunda ikileme düşürünce; ilkeli ve mantıklı davranma yolunu seçiyor, duygusal olmuyor. Yazarın deyimiyle ‘Kitapta, romanın ana karakteri Karatükenoğlu Basat, günümüz bir Türk milliyetçisinin, ülkücüsünün adeta bir yüzyıl önceki izdüşümü ve bu ortak vasıfların bir bileşkesi gibidir. Kendini bir anda o en yakıcı, en sancılı günlerin yaşandığı ortamda bulur. Ve bir Türk milliyetçisi, Türkçü-Turancı bir aydın olarak çevresinde olup bitenlere kayıtsız kalmayıp, radikal bir tavıralır. Ve daha da ileri giderek, milliyetçilik, ülkücülük kavramları üzerinden, hem bireysel hem toplumsal saptamalarda bulunur… Uzun hayat yolunda çektiği ıstıraplar, umut kırıklıkları, bu yolda sergilediği ülkücü ruh, celadet ve cesaret ve nihayet yaşadığı umutsuz aşkıyla, o, yalnız Türklük için değil, bütün insanlık için ortak bir bileşen ve dolayısıyla seçkin ve sağlam bir roman kahramanı olmayı hak edan bir karakterdir.’
Yazar Mahmut Yıldırım’ın romanındaki önemli bir özelliği de, insan ve çevre tasvirlerindeki büyük başarısıdır. Yazar mekânı ve içindekileri bütün ayrıntılarıyla; biçimiyle, sesiyle, kokusuyla sizisaran, kucaklayan; insanları ruhunun derinliklerine kadar bütün konumları ve tavırlarıyla yanınıza getirerek, sizi; olayın, mekânın bütünüyle yaşayan, hisseden bir ögesi hâline getiriyor.
Ben, Balkan Savaşını tarih kitaplarında okumuştum, fakat bu derece içinde yaşatamamıştı okuduklarım. Romanda, Balkan Şavaşı/ Balkan bozgunu; Trakya cephesinde, Türk Edebiyatın’nda hiçbir zaman yer bulmadığı kadar, bütün ayrıntılarıyla ve fecaatiyle, ama romandan taviz verilmeden usta bir şekilde tahlil ve tasvir ediliyor.
Kederde, sevinçte ortak olması gereken büyük Türk milletini, Altaylardan Balkanlara kadar uzanan geniş coğrafyasıyla, bir bütün olarak, o dönemdeki meseleleriyle, edebiyat yasalarından asla taviz vermeden muazzam bir öyküleme tekniğiyle ele alan buroman, bu ve daha başka özgün yönleriyle, Türk Dünyası edebiyatında seçkin bir konuma oturmayı hak ediyor.”
Metin Köse konuşmasını, müşahedelerime göre, bu zamana kadar, Kuzey Türklüğü, Doğu Türklüğü ve Batı Türklüğünün roman ve hikâyelerini kendi çevreleri, mekanları üzerinde kurguladığı gerçeğinden hareketle, Üstte Gök Çökmedikçe,hakkında şu hükmü de verebiliriz;
Bu roman, bir dönem romanı olmasının yanında, bütün Türk Dünyası’nın meselelerini aynı zaman kesiti içerisinde ele alan, işleyen tek roman olmak iddiasını, layıkıyla hak etmiştir.” vurgusuyla tamamladı.
Yazar Mahmut Yıldırım, sözlerine, yeni yayımlanan romanı Üstte Gök Çökmedikçe hakkında kısa bir değerlendirmeyle başladı. Her yazarın bir algısı vardır. Bu, coğrafî genişlikve tarihî, felsefî derinlik olarak kendini gösterir, diyen Yıldırım, romanının özgün iddiasının hiç kuşkusuz, orijinalliği, ele alınış biçimi ve işleniş biçimi olduğunu söyledi.
Yıldırım, bu denli geniş birmekan unsurunun, romanın diğer unsurlarıyla senkronize bir şekilde ele alınıp yoğrulmasının, yalnız Türk edebiyatında değil, dünyanın başka edebiyat disiplinlerinde de az rastlanır, hatta hiç rastlanmayan bir durum olduğunu söyledi.
TÜRK BİRLİĞİ ÜLKÜSÜNDE MEKÂN DİNAMİĞİ
“Türk Birliği Ülküsü” konusundaki konuşmasına “milliyetçilik-ülkücülük” anlayışımıza değinerek başlayan Mahmut Yıldırım, “Milliyetçilik, kaynağını milliyet duygusundan alan doğal, sağlam, sağlıklı bir ruh halidir. Milliyetçilik aynı zamanda ruhsal, vicdani bir kavram olup, bir bilinç biçimidir. Ülkücülük ise milliyetçiliğin harekete geçirdiği bir davranış, bir eylem biçimidir. Yani milliyetçiliğin ete, kemiğe dönüşmüş şekli, bir toplumsal kimlik kazanması, kişinin etrafında olup bitenlere karşı bir tavır alış, bir tavır geliştirme biçimidir.” dedi.
Bizim milliyetçiliğimizin, klasik mânâda bir milliyetçikten öte, bütün Türkleri içine alan güçlü, büyük, kısıtlanmamış bir milliyetçilik, bu kısmı, bir jeopolitik düzlemi esas alan bir milliyetçilik olmadığını belirten Yıldırım, uygulanabilir hayat alanı olan, bütün dünya Türklüğünü kucaklayan, biricik Türk coğrafyasını mekan kabul eden, ama mutlaka küresel hedefleri olan, büyük bir milliyetçilik olduğunu söyledi.
Sovyetler Birliği’nin dağılması, “soğuk savaş dönemi”nin sona ermesi, Balkanların, Kafkasların, Orta Doğu’nun, Orta Asya’nın karışması, kısaca dünyanın tek kutuplu bir yapılanmayla bir kaos ortamına sürüklenmesi gibi durumların, farklı kutuplardaki siyasetçileri, bilim adamlarını, stratejistleri yeni arayışlara, yeni çıkış yolları bulmaya yöneltmiştir diyen Yıldırım, bunun Türk coğrafyası ekseninde, tarihten bugüne hangi mekan dinamikleri ve stratejik derinliklerle devam ettiğini sağlam fikir, görüş ve kurgularla gözler önüne serdi.
Dünya tarihi boyunca, ortasına Türk Coğrafyasının oturduğu küresel mekanda, milletler mücadelesinin hangi büyük kurgu ve dinamiklerle hareket ettiğini güçlü bir mantık örgüsüyle ele alanYıldırım, sonuç olarak şunları söyledi:
“Büyük Türk milletinin herparçası ve her bir ferdinin kaderleri, tamamen birbirine bağlanmadıkça, özellikle Türk siyasî-entelektüel seçkinleri, daha bilgili, daha bilinçli, daha birikimli hâle getirilmedikçe, dünyadaki Türk varlığı ayağa kaldırılamaz veyeniden Türk Birliği kurulamaz. Bu ise Türk milletinin tarih sahnesinden silinmesi anlamına gelir ki, bu, yalnız bizim için değil, insanlık alemi içinde talihsiz bir “son” olur.
Tuzaklarla dolu karmakarışık yolların ortasında bocaladığımız bu yüzyılda, önümüze aniden çıkan bu kutlu ve kaçınılmaz tercih, ünlü düşünürün“olmak ya da olmamak.” özdeyişi kadar kesin ve nettir.”
Yıldırım, sözlerini Türk Bilge Kağan’ın;
“ÜSTTE GÖK ÇKMEDİKÇE, ALTTA YAĞIZ YER DELİNMEDİKÇE; EY TÜRK SENİN İLİNİ VE TÖRENİ KİM BOZABİLİR.” özdeyişiyle bitirdi.
Konferansın ardından yazarımız Mahmut Yıldırım, okuyucularına Üstte Gök Çökmedikçe adlı romanın imzaladı.
Kategori: Genel, Süleymaniye Kürsümüz